İNSAN İLİŞKİLERİNE MİNİK BİR BAKIŞ
Hayata
gözlerini yeni açmış bir bebekken bakıcımızla kurduğumuz ilişkinin bütün
hayatımızı etkilediğini söylesem sanırım çok da garipsemezsiniz artık 21. Yüzyılın
bu zamanları gelmişken… Evet eğer bebeğinizle yeteri kadar ilgilenmezseniz veya
yanlış ilgilenirseniz bebeğinizin hayatını geçireceği birçok insanla sağlıksız
ilişkiler kurması muhtemel.
Bowlby diye bir kardeşimiz bağlanma kuramı çıkartmış, bebek
üç şekilde bağlanabilir demiş; güvenli, kaçınan, çelişkili. Güvenli
bağlanmada bebeği bakıcısından ayırdığınızda ağlamaz. Onun geleceğini bilir
çünkü. Kaçınan bağlanmada bakıcısı gittiğinde veya geldiğinde tepki vermez.
Çünkü bağlanamamıştır. Çelişkili bağlanmada ise bebek olası bir ayrılma ve tek
kalma durumuna çok büyük tepkiler gösterir ve bakıcısı yanına geldiğinde onu
iter, sarılır, azarlar. İşte tüm bunlar bizim hayatımızı belirleyecek olan ‘ilişki
türümüzün’ tohumlarını atmaktadır…
Öncelikle, aşikârdır ki hiçbir ilişki (anneniz, babanız
hatta mahallenin bakkalıyla bile…) stabil değildir. Her ilişki inişli çıkışlı
ilerler. Çünkü yaşam bir gelişimdir ve gelişim ilkeleri gereği ‘Nöbetleşe’
ilerler. Yani hayatınızın bir nesnesi veya durumu herhangi bir zaman diliminde
her şeyin önüne geçebilir. Örneğin pragmatist bir insansanız (ki bir çoğumuz
bir nebze böyleyiz) neyden daha çok haz alır, fayda bulursanız onu o an için
muhtemelen hayatınızın temeline alırsınız. Bu mikro perspektifte de makro
perspektifte de böyledir. Fakat, önemli olan şey ilişkinizin her zaman yerde olmasına engel
olmaktır. Çünkü insanlar ilişkilerinde iyi şeylerden güç alarak kötü şeylerin
üstesinden gelebilirler. Yazının sonunda da bahsedeceğim gibi, insanlar
karşısındakinden iyi bir şeyler görmeyi özlediğinde ilişkisini sorgulamaya
başlar. Müşterek bir ilişki içindeyken kendinizi bir anda ‘ne veriyorum ne alıyorum’ hesabı yapan değiş tokuş ilişkisi içinde
bulabilirsiniz. (Bölümün sonunda kavramlar açıklanacaktır.)
Bir diğer husus ‘iletişim
eksikliğidir’. Bu birçok sorunun temelinde yatan bir tahta kurdudur.
Sizi yavaş yavaş yer ve en sonunda ‘düşüyooooooooor!’ diye bağırıp sizi yerle
bir eder. Mesela akşam gülerek yatıp sabah uyanıp telefonunuza veya yan
tarafınıza baktığınızda sizden çok uzak bir insan görme ihtimaliniz vardır.
Çünkü, ilişkinizin en başından beri partneriniz size karşı birçok şey biriktirmiş
ve sizden önce uyanıp serçe parmağını sehpaya çarptığı için size patlıyor
olabilir. Veya en ufak bir tartışmada size karşı bağırabilir hatta küfürler
savurabilir. Çünkü ne derse desin sizin onu anlamayacağını düşünüyordur ama
sizi bırakıp gidemez de… Ara vermek ister, kafasını dinlemek ister vs. Diğer
yandan sizin bağnaz bir insan olduğunuzu düşünebilir çünkü sağlıklı iletişim kuramamışsınızdır
ve ard arda hissedilen ‘saygısızlıklar’ karşınızdaki insanın size fikirlerini
açma konusundaki tavrını değiştirebilir.
Partnerinizin
fikirlerine saygı duymak, merak etmek, dinlemek, fikirlerinizi dinletmek,
istişare etmek ilişkinizin temelini en sağlam demirlerle sabitlemenizi sağlar.
Bir konuda anlaşamayabilirsiniz. Ama emin olun o konuyu çözmek için ihtiyacınız
olan tek şey o konu hakkında sakince uzuuuuuuun uzuuuuuuun konuşurken bunun
için çaba sarf ettiğinizi görüyor oluşunuzdur.
Partnerlerin
birbiri ile herhangi bir konu hakkında yaptığı her sağlıklı muhabbet ve fikir
alış-verişi sonucunda bağlılıkları artar. Konuşun. Atın neden yelesi var?
Puding nasıl yapılır? Neden erkekler daha kaslı? Yav ben burdan bu telefona
konuşuyorum da sen ta ordan nasıl duyuyon Allah aşkına ya? Neden genel olarak
bu kadar öfkeli olduğunu konuşabilir miyiz?
İletişim eksikliği hastalığına yakalanmamak için çiftler
birbirine vakit ayırmalıdır. Ancak vakit ayırmak tam olarak yetmez. Konuşmayı
tek taraf yönetiyorsa, konuşulan cümleler net değilse veya iki taraf için de
aynı anlamı ifade etmiyorsa, bireyler birbirine karşı önyargılıysa (Ki bu
önyargının da sebebi iletişim eksikliğidir, bireyler birbirini dinlemedikleri
için onları birer kelimeye etiketlerler ve sahip olmadıkları, yanlış bulunan
düşünceleri düşünmekle suçlarlar.) iletişim kopuk olur. Konuşurken bir durun ve
muhabbetinizin geçmişinde kim daha çok konuşuyor, karşı taraf sizi dinliyor mu,
sıkılıyor mu bir bakın… Konuşma esnasında geri dönütler vererek anladığınızı
aktarmanız iletişimdeki sağlığı arttıracaktır. Bu konuda bir tavsiye vermem
gerekirse, muhabbet ederken tamamen resmi davranmak yerine duygularınızı da
başınızın üstünde tutun ki değer verme ve değer görme ihtiyacınızı da tatmin
edebilesiniz.
Kıskançlık ve kısıtlama konuları genel olarak iletişim
eksikliğine girer. Çünkü bu konuda kızlar genelde iki farklı fikirle yetişirken
erkekler tek fikirle yetişir. Bunları birbirine uydurmak bazen çok zorlayabilir.
Bu konuya çok girmeden tek bir şey söylemek istiyorum, siz kendinizi
karşıdakine ifade edin ve anladığından emin olun. Ve karşınızdakini de
anladığınızdan emin olun. Sonra birbirinizin ne düşündüğüne saygı duyun. Zorlamayın.
Göreceksiniz ki zamanla fikirleriniz de zaten birbirine yaklaşmaya
başlayacaktır. Çünkü insan gerçekten sevdiği insan için her şeyi yapar.
Bir diğer konu kadın ve erkeğin ilişkide eşit olup
olmaması tartışmasıdır. Dünya genelindeki genel kanı bu konuda eşlerin eşit
sorumluluklara ve haklara sahip olduğu yönündedir. Ancak Türk kültüründe psikolojik
danışmanların azımsanmayacak kadar çoğunluğu aile terapilerinde kadının ve
erkeğin kendine has sorumlulukları olduğu fakat haklar konusunda eşit oldukları
yönünde karar kılmışlardır. Yani erkek bir kavanozu açar, kadın ise içindekiyle
harikalar pişirir. İşte aslında buradaki mesele tam olarak bu. Bazı ilişkilerde
erkek kavanozu açar, beraber yemek yaparlar; bazı ilişkilerde kadın kavanozu
açıp erkeğini sırtına alıp mekik çekerek yemek yapar… Bazı ilişkilerde kimse
kimseye karışmaz, herkes ne isterse onu yapar ve gayet mutlu olurlar; ancak bir
başka ilişkide bu durum ilişkiyi kökünden kazıyabilir. Her ilişki biriciktir.
Her ilişki yöntemine saygı duymak gerekir. Keskin çizgilerle ‘Eşine karışma
hakkını nerden buluyorsun!’ diye azarlamak saygısızlık olarak
nitelendirilebilir. Birbirine ‘salak, geri zekâlı’ diye hitap edip omuzlarına
yumruk atan çiftler, bazen gayet sağlıklı olan ilişkilerden daha çok doyuma
ulaşmış olabiliyorlar. İşte tam da bu yüzden modern psikolojiye ‘Sevgili
zorbalığı’ konusundaki fiziksel ve psikolojik zararın yıpratıcı olup olmaması yönünde bir perspektif kazandırılmasının
genellenebilirliği ülkemiz için arttıracağı kanaatindeyim. Bilinçli bir şekilde
konuşup anlaşan her insan istediği şekilde anlaşabilir. (Umarım yanlış
anlaşılmam)
Öte yandan, ilişkinize asla diğer insanları
karıştırmayın. Çünkü onlar siz mutlu olduğunuzda size gelip ‘Aaa ne kadar da
mutlusunuz bunu başarabilmeniz beni çok duygulandırdı. Tebrik ederim sizi!’
demezler. ‘Bu kadar mutsuz ediyorsanız birbirinizi ayrılın kardeşim, hayat kısa
yani kimse için bu kadar uğraşmaya değmez…’ derler. Çünkü ya çok şanslılardır
ya da zamanında kafalarındaki şemalar yıpratılmıştır. Unutmamalıdır ki ‘çevre’ye
ve o hiçbir türlü kimsenin ulaşamadığı el Alem’e gerektiği kadar değer verilmelidir.
Peki hiç merak ettiniz mi biz partnerimizi seçerken
nelere dikkat ederiz? Aşk gerçekten bu kadar karmaşık ve yıldırım gibi midir?
Sosyal psikologlar bu konuda biraz araştırma yapmışlar. Ve ‘Zıt kutuplar
birbirini çeker’ inancının sadece mıknatısta işe yaradığını bulmuşlar. Evet
bizler aslında bize en çok benzeyen
insanlardan hoşlanmaya meyilliyiz. Burnu, gözü, boyu, kilosu, yaşı,
hoşgörüsü, merhameti … bunlardan herhangi biri veya birden fazlası bizi
etkilemiş olabilir. Fiziksel çekiciliği, zekâsı … bizi etkiliyor olabilir. Diğer
yandan bir insanla ne kadar çok iletişim halinde olursak o kadar etkilenme
ihtimalimiz vardır. Üniversite itiraf sayfalarında ‘Hokkada gördüğüm siyah
ceketli, biskolata erkeği bakışlı, kaslı çocuk… Seninle kesiştik beni gördün
biliyorum sen de benden hoşlandın’ yazıları ile evlilik ihtimalinin çok düşük
olduğunu söylemeye bile gerek yok sanırım. Ancak, bizden etkilenmiş bir
insandan etkilenme ihtimalimizin de fazla olduğunu söylemeden geçemeyeceğim.
Partnerinize karşı duyduğunuz sevgi iki türlüdür: ilki
tutkuyu, hormonları, cinselliği ve kıpraşmayı içeren tutku sevgisi, ikincisi
ise daha çok muhabbet edip arkadaşlık yapmayı dostça kahveler içip beraber
anlaşmayı içeren dostça sevgidir. Tutku sevgisi genelde
gençken fazladır zira üreme fonksiyonları için en verimli hücreler bu yaşlarda
fazlalık gösterir. Tutku sevgisi çok kuvvetlidir ve bir anda gerçekleşir. Bir
anda doruğa ulaşabilir veya bir anda yerlere düşebilir. Dostça sevgi ise,
insanların ilişkilerini daim kılacak türden sevgidir. Yaşlandıkça buna olan
odaklanma artar. Partnerinizle olan ilişkinizi geliştirmek istiyorsanız bu iki
türden sevgiyi de ihtiyacınız olan kadar kullanmayı deneyebilirsiniz.
İlişkiler en genel manada ikiye ayrılır: ilki değiş-tokuş
ilişkileridir. Bu ilişki türünde insanlar iyilik yaptıklarında hemen
karşılığını beklerler. Örneğin otobüsteki yaşlı adama yer verdiğimizde sağ ol Allah
razı olsun evladım demesini bekleriz. Çünkü ilişkimiz değiş tokuş ilişkisidir.
Kaygı vardır. İlişki her an bitme ihtimaline sahiptir. Çünkü herkes yaptığı
iyiliğin karşılığını her an bekliyor haldedir. Ve alamadığı her an kendini
tabir caizse ‘enayi’ gibi hisseder.
Bu tip bir ilişki içinde olduğumuz kişilere yardım ettiğimizde veya bir iyilik
yaptığımızda ruh halimiz etkilenmez. İkinci tür ilişki modeli ise müşterek
ilişkilerdir. Bu tip ilişkiler yakın ilişkilerimizdir. Genelde kaygımızın
sebebi karşımızdaki insanın ihtiyaçlarıdır. İlişki bitti bitecek korkusu
yoktur. İyilikler karşılıksız yapılır. Genelde ‘Ne de olsa bir ömür boyu
beraberiz. Zaten bir süre sonra ben bu yaptığım iyiliğin karşılığını alacağım’
deriz. Ne yapıp ettiğimizi hesap etmeden yaparız. Böyle bir ilişkiye yardım
etmek ruh halimize çok iyi gelir. Karşımızdaki kişinin varlığı mutluluk
sebebimizdir.
Hangi ilişki türü daha iyidir? Bir kasiyerle olan
ilişkiniz için hangisi? Annenizle olan için? Peki ya eşiniz?
Romantik bir ilişki içinde olmak; Dünyanın en harika
hissettiren şeyidir. Ancak en fazla can yakan şeyi haline de gelebilir.
Bireyler; birbirine saygı duyduktan, birbirini anlamak amacıyla uzun uzun
konuşmalar yaptıktan sonra birçok sorunun üstesinden gelmektedirler. Önemli
olanın haklı olmak değil, beraber yaşamak ve mutlu olmak olduğunu fark
ettiklerinde sorumluluk altına girmeye hazırlardır demektir.
Kendimce zırvaladığım yazımı okuduğunuz hatta buraya
kadar okuyamayıp sıkıldığınız için teşekkür ederim. Bir kişiye bile iyi
hissettirebildiysem ne mutlu bana… 😊
Yorumlar
Yorum Gönder
Teşekkürler.. :)