Yediğimiz Yemek Gündelik Siyaseti Etkiliyor !

Değerlendirme yazıma ünlü Yunanlı filozof Epiküros’un bir sözüyle başlamak istiyorum. “Her türlü iyiliğin kökü ve kaynağı mide yoluyla edinilen hazda bulunur. O hazzı da bize gastronomi sağlar.”
Yemek ve gastronomi insan yaşamının temel ve ortak bir gereksinimi olarak birçok disiplinle ilişkilendirilerek açıklanması ve tartışılması gerekilen bir konudur. Kitabımızın üzerinde durduğu temel konu ise yemek ve milliyetçilik arasındaki ilişkiyi araştırarak küresel siyaset üzerinden tartışmaktır. Yemek, geçmişten günümüze tarih, sosyoloji, antropoloji ve ekonomi gibi birçok disiplin tarafından ele alınmasına rağmen siyasi ve ideolojik boyutu tartışılmaya değer görülmemiştir. Kingston Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi alanında akademisyen olarak görev yapan yazarlarımız Yemek ve ulusal kimlik arasındaki ilişkinin daha iyi anlaşılması ve yeme-içme eyleminin kültürel ve politik bir anlamı olduğuna dikkat çekmek amacıyla bu kitabı yazmışlardır.
Ulusal olarak kabul edilmesine rağmen her yemek kendi coğrafyasından izler taşımaktadır. Yemeğin kendisi kadar üretimi, sunumu, tanıtımı, o yemeğin tüketilme biçimi onun milliyetçilikle arasındaki ilişkiye vurgu yapmaktadır. Bu durum bana konumuzun her ne kadar küresel gibi görünse de yemeğin millileştirici tarafına vurgu yaptığını fakat siyasi ve ticari bağlamda asıl amaçlanılanın ulusu ve ulusal yemek kültürünü küresel anlamda markalaştırmak olduğunu düşünmekteyim.
Kitabımız 3 temel bölüm ve bu bölümlerin alt başlıklarından oluşmaktadır. İlk bölüm devletlerden bağımsız bir biçimde şekillenen milliyetçilik ve ulusal kimlikten bahseder. Gündelik/banal milliyetçiliğin teorik çerçevesini anlatırken bireylerin sıradan davranışlarının ulusallık üzerindeki etkilerini inceler. Çeşitli yemekler üzerinden deneysel çalışmalara yer verilmiştir. Bu çalışmalarla ulusal kimliğin oluşmasında grupların ve kolektif eylemlerin etkisi, yemeklerin ulusları sembolik olarak temsil ettiği teorisi çeşitli vaka çalışmaları ile örneklenmeye çalışılır. Yemek endüstrisinin devletler tarafından diplomatik ilişkilere alet edilerek ticaretinin yapılması ve uluslararası düzeyde markalaştırılıp pazarlanması ve beraberinde gelen tüketim ilişkileri, kapitalizm ve neo-liberalizm gibi ideolojiler bağlamında açıklanır.
İkinci bölümümüzde üzerinde durulan konu daha çok yemeğe atfedilen değer ve normlarla ilgiliydi. Yemeklere karşı oluşturduğumuz ön yargılar, hangi yemeğin tüketilmesinin doğru ya
da yanlış olduğuna dair tartışmalar ve özellikle bu tartışmaların oluşmasındaki politik ve dini dayanaklar incelenmiş ve yine kitabın temelde üzerinde durduğu milliyetçilik ve ulusal kimlik bağlamında açıklanmıştır.
Son bölüm olan Uluslararası Organizasyonlar, yemek ve milliyetçilik; aynı zamanda benim anlatmakta sorumlu olduğum konu olması itibariyle daha çok ilgimi çekmiştir. Genel bir algı olarak uluslararası organizasyonlar, milliyetçiliği bastırarak evrensel norm ve standartları dayatan kurumlar olarak görülürler. Bu nedenle milliyetçiliğe karşı daima tartışmalı bir konumları vardır. Bu bölümde bahsedilen organizasyon Unesco, açıklanmak istenilen durum ise Unesco’nun milliyetçilik ve maddi olmayan kültürel miraslar bağlamında sergilemiş olduğu tutum gereği uluslararası mı yoksa ulusal bir kurum mu olduğu tartışmasıdır. Aslında Unesco’nun görünürde yapmak istediği şey çok basittir bana göre: “Evrensel ve ortak olan değerleri desteklemekle beraber, kültürel ve yok olmaya yüz tutmuş maddi ve maddi olmayan mirasları korumak.” Fakat kitapta özellikle küresel siyasete vurgu yapıldığından Unesco’nun misyonun anlatıldığı kadar samimi olmadığı fikri zihnimi kurcaladı. Çünkü yerel olanı güçlendirmeye yönelik çalışmanın küresel olana hizmet ettiği açıkça görülmektedir. Anlattıklarımı yemek üzerinden somutlaştırmam gerekirse, Unesco maddi olmayan kültürel miraslar listesine eklemiş olduğu yerel yemeklerle o ulusu markalaştırıp, ticari anlamda kar amacı elde etmeyi planlamaktadır. Reklamı yapılan yemekler, o ülkenin turizmine katkı sağlayarak ekonomisinin güçlü tutulmasına imkan verecektir. Bu durumda hem devlet elindeki kurumlar hem de özel kuruluşlar kendilerine düşen paydan yarar sağlayacaklardır. Bu durum diplomatik alanda da ulus devletlerin konumunu güçlendirecektir. Bu bölümde üzerinde durulan iki yemek vardır: Geleneksel Japon yemek kültürü olarak tanımlanan Washoku ve Fransız Gastronomik yemeği. Bu yemeklerin Maddi olmayan kültürel miraslar listesine eklenmesindeki temel sebep, anladığım kadarıyla bu yemeklere yüklenen anlamlardır. Fast-food kültürünün yaygınlaşmasına karşı duyulan kaygı yemek kültürünün korunması gerektiği duygusunu perçinlemiştir. Öyle ki yeme-içme olayı sanıldığının aksine; üretilme ve tüketilme şekli, hatta tüketilme amacı, iyi ve kötü yemeği ayırt edebilme özelliği bakımından gusto sahibi olmayı gerektiren başlı başına anlamlı bir eylemdir. Küreselleşmeyle birlikte fast-food tüketiminin artması yemeğin tek tipleşmesine ve anlamını kaybetmesine yol açmıştır.
Kitap genel hatlarıyla basit ve gündelik bir eylem olan yemeği; milli, siyasi, ticari ve küresel bir boyuta taşımıştır.

Keyifli okumalar,
Hande Bayrak

Yorumlar

  1. İlk yazınız için tebrikler Hande Hanım :)

    YanıtlaSil
  2. Popülist söylemlerin ve faaliyetlerin arttığı günümüzde yemek faktörünün bu kadar etkili bir ideoloji kaynağı olabilecegini bu kadar tahmin edemezdim. Yazmış olduğunuz yazi hem kitabi okumama hemde bu konuda hassas davranmama vesile olduğu icin emeği geçen herkese teşekkür ediyorum :)

    YanıtlaSil
  3. Yazınız olmasaydı bu kitap nasıl biterdi bilemiyorum. Bence sizler bu tür kitapları okuyabiliyorsanız, onları okuyup daha ilgi çekici bir halde satabilirsiniz insanlığa.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Teşekkürler.. :)

Popüler Yayınlar